7 Aralık 2011 Çarşamba

Soylu Hayaller

Çok mutlu ya da çok mutsuz olduğunda kurduğun hayallere kanma. Biri tamahkarlığa göz kırpmaktır, "şu güzel andan başka ne isterim ki" retorik sorusuna cevap vermektir, çünkü hep daha fazlasını hayal edersin. Diğeriyse kendini kaybetmemek için zihninin bir savunma mekanizması koymasıdır, "aslında olaylar sandığın kadar vahim değil" demesidir, sanaldır yani.

Gerçekten saygıdeğer hayaller; ortada belirgin bir olasılık yokken, yazı tura atılan para havada asılı kalmışken; henüz o, peri masallarında veya zeka oyunlarında sıkça karşına çıkan ikiye ayrılmış yola gelmemişken, duble yolda -öyle pek de trafik olmayan saatlerde ilerlerken; ne tan doğarken, ne güneş batarken; terlemezken ve de üşümezken; yani normalde hayal kurmanı gerektirecek / sebebiyet verecek gerek ve yeter şartlar oluşmamışken ortaya çıkanlardır. Bu çoğu zaman kendinle ilgili değildir, ihtimal bir kişiyle bile ilgisi yoktur. Soylu bir hayal, babanın herhangi bir anomali göstermeyen (üstün/düşük zekalı olması, iki burunlu, üç ağızlı veya k.t. olması gibi) çocuğunun istikbaline ilişkin kurduğu zararsız hayaldir. Bir tuğla binaya bakarken, insanın gözünde çakan gelecek düşleridir. Otobüsle Manisa'ya gitmezken, uzaya gitmeyi beklemektir. Çok tanımadığın, öyle görür görmez de vurulmadığın bir yüzü özlemektir.

Çölün ortasındayken, kapalı kutudaki koyunun (schrödinger'in koyunu?) nefes aldığından emin olabilmektir.

19 Kasım 2011 Cumartesi

Saf ve Düşünceli Günlükçü

Günlük tutmanın iki türü vardır:

1. Adına yakışır biçimde, tarihi de sakınmayıp, günü gününe veya neredeyse günü gününe; normal bir deftere, ajandaya ya da tercihen asıl işi kırtasiyecilik olmayan kitapçılarda satılan tarz ciltli defterlere; o gün ne yaşandıysa olay atlamadan ve fakat duyguları, yargıları da işin içine katarak - yani bir nevi dış zamanın nesnelliğiyle, iç zamanın öznelliğini tanıştırıp çöpçatanlık yaparak; başka bir nevi yıldızları kararlılıkla sayan adamın ciddiyetiyle, sabah olduğunda sokak lambalarını dolaşıp söndüren adamın gizli heyecanını aynı mimiğe yorarak - aktarmak.

2. Görev kabilinden uzak, hayatın pik ve dip noktalarına varmaya az kaldığında veya duygu patlaması, düşünce bombardımanı, olayların fişeklemesi, insanların fişteklemesi gibi bir değişkenin etkisiyle veya yazmazsam çıldıracağım haklı algısına gark olunan zamanlarda veya (örneğin) on beş gün önce vuku bulan bir anıyı tekrar değerlendirip, şimdi belleğin - ders çalışsın diye yanına gönderilen bir komşu çocuğu gibi tembel ve umursamaz olan belleğin - unutma özgürlüğünden, tükenmez kalemin bir de uzayda çalışsa tam olacak gaddarca kalıcılığına taşıma isteği söz konusu olduğunda; vazgeçilmez biçimde yine tarz bir ciltli deftere; peşin hükümlerden, önyargılardan, yanlış çıkarılan sonuçlardan, yanlış anlaşılan davranışlardan, yanlış hatırlanan gerçeklerden bolca katılan et suyuna çorbaları içerek büyüyen koskoca değerler okyanusunu kusmak.


Bunların hangisinin doğru olduğuna kimse karar veremez. Doğrusu, on üç yaşında bir kız çocuğu veya (yaştan bağımsız olarak) aşık değilseniz, zaten günlük tutmayla çoktan yollarınızı ayırmışsınızdır. Vakit olmayabilir, ilham gelmeyebilir, günleriniz yazmaya değecek kadar ilginç geçmiyordur, fiziksel olarak yazma uzvunuzu yitirmişsinizdir veya çok ekstrem de olsa, gece çalışıp gündüz uyuyor olabilirsiniz (soru: bu neden engeldir? cevap: çünkü bütün günlükler gece yazılmalıdır). Bunun haricinde hala günlükçü tayfadaysanız, hele hele birinci tip katip günlüğünü tercih ediyorsanız; ya çok azimlisiniz ya da istisna olmaya heveslisiniz. Buna karşın şunu da kabul etmek gerekir ki, günlük tutmayıp da ne yapacaksınız. Kendi beyninizin içi, duvara dert anlatmak gibidir, yankı yapar. Bazı olasılıklar konuşulmaz, konuşunca gerçek olacağından en ilkel korkularla korkulur, dolayısıyla çoğu zaman diğerleri de çözüm değildir. Anonim bir alıcıyı sürekli garanti eden sosyal medyada, gizemsiz yaşamına sıklıkla ve bayağılıkla değinmek, boktan bir kitaptan veya araba camı çıkartmasından alınma feylesofyayı inanarak - isteyerek paylaşmak yetmez. Yazmak, çizmek gerekir. Sanat, yüksek sanatlar, bir çok kökeninin bir yerinde yalnızlığı da barındırmaz mı zaten?

Blog günlük müdür? Önlerde oturan genç sesli arkadaşın söylediği gibi: bu bir pipo değildir.

15 Kasım 2011 Salı

Kulağa Çalınan


Ilık bir müzik sesi duyuyorum, tadı şeye benziyor.. Hani böyle sıcak çay gelir, az bekleyip sonra bir yudum alırsın ya. Çay demini mükemmel almıştır, ağzını da yakmaz, istesen bir dikişte içebileceğini bilirsin. Yine de keyfini çıkartmayı tercih edersin. İşte bu ses de onun gibi. Tahmin edileceği üzre bu bir kadın sesi. Fakat kadın yaşsız, ırksız, şarkısı zamansız, dili bağımsız. Melodi bedensiz, seni sarıp sarmalayan esîr gibi, akışkan ve dolu. Parmak uçlarım titreşiyor, hissedemiyorum ama biliyorum. Her şey titreşiyor. Dilersen dünya kütlesinde bir hamuru, dev anası bir oklavayla açıp kurut, ister dürbün dürüp uzak ışıklara bak, ister kervan karıp yerçekimsizliğin basamaklarını tırman, nerede oluyorsan ol, ne yapıyorsan yap: titreşimi hatırla, müziği duy.

13 Ekim 2011 Perşembe

İskeleden Esen Rüzgar

Şehir içi vapurla seyahat talimatnamesi üç maddeden oluşur: kendi kıyında bekleme, yolculuk, karşı kıyıya varış. Bu süreçte seni uğurlamaya gelen, arkandan mendil sallayan, ufukta kaybolurken izleyenler olacağı gibi; karşı kıyıda senin yolunu gözleyen, göresin diye uzaktan el eden, kıyıya çıkarken kolundan tutanlar da olacaktır. Fakat asıl olan yine de yolculuğun kendisidir. Giderken bağıl hızlarda seyredeceğin martılar, adeta dev bir gezegenin uyduları gibi görünecektir. Zaman zaman mevsimsiz portakal suları ve çaylar gelecektir. İçlerinde tuttukları tuhaflıkları o - enine çizgili bir kazak gibi şişman gösteren - salondakilerden gizleyemeyen insanlar olacaktır. Dışarda otururken denize doğru mu karaya doğru mu döneceğini bilemeyen, uzaktaki merakla yakındaki heyecanın arasında kalan, ilk rüzgarı yiyince her şeye rağmen umuttan şaşmayan insanlar da olacaktır. Gidişat kaptanın elinde olabilir, elbet bu işin nereden başlayıp nerede biteceğini belirleyen bir yasa koyucu da vardır. Gocunmak hata olur, denizi yarıp geçmek bir akış işidir, hem mükemmel bir uyumu, hem de geliştirici isyanı içerir, konsantre olup hızla yol almaya bakmak gerekir.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Cici Retro

Hatırlama güçlüğü yaşayanlar, hafızasından şikayetçi olanlar! Daha fazla üzülmeyin. Çözüm basit: güzel anılarınızı hatırlamaya çalışın, beyninizi zorlarken hafızanızın nasıl bir gelişme gösterdiğini kısa sürede fark edeceksiniz.

Bakalım.

Adı anlamsız gelen bir şarkı duyuyorum. Lemuel'in seyahat ettiği ülkelerin isimlerine benziyor. İyi hoş diyerek tekrar dinliyorum. Okuyorum, ufkum şişmanlıyor. Bir yandan tekrar, tekrar duyasım geliyor. Şarkı bana cesaret veriyor. Düşünce kırıntıları, zincirler için eğe, incirler için bahçe makası gibi ölümcül olabilen bir güç çekirdeği haline dönüşüveriyor. O çekirdeği çitlemek istiyorum.

Bir sınavın ortasındayım. Yüzde doksan dokuz konsantreyim, hem de etten kemiktenim, yoruluyorum. Çok nadiren, mekanik bir refleksle yazıp çizmeye devam ederken, bir rengi, kokuyu veya anlatım bozukluğunu izleyip yükseliyor, başka diyarlara gidiyorum. Burada bal da var bağırsak da, bu sefer bir süpernova bile var, fakat hepsinin temelinde özgürlük yatıyor. Azınlıkta kalmanın dayanılmaz hafifliği..

Dinlediğim hikayenin iki karakteri var. Farklı sosyal sınıflardan gelmişler, eğitim ve görgü düzeyleri farklı olmasına rağmen, kira vb nedenlerle ev arkadaşı olmuşlar. Tek tuvaleti paylaşıyorlar. Sonradan fark ettiğim üzere, muhtemelen bayağı yalnızlar. Yalnızlıklarına değil ama ettikleri laflara kahkahalarla gülüyorum. Hikayeler o kadar taze ki, tereyağını sürer sürmez eriyor. Uykuya gülümseyerek gitmenin katkısını ömür boyu görüyorum.

Heyecanlıyım, eve geldiğimde Genco'nun da benzer bir heyecan yaşadığını görebiliyorum. O kadar hızlı özdeşleşiyorum ki, objelerin yanında telmaşa açıklamalar çıkıyor. Bisiklet binerken, yazar olmak isteyen adama öykünüyorum. İkinci kalite beyaz kağıt, kapağı olmayan eski kitaplar, kırlardan gelecekler, bir enstrümanı çalamayış hissini aynen alıyorum. Gariptir, bazı yoksunluklar insanı mutlu ediyor.

Bir şeye çok üzülüyorum, aksini gerçekten kalpten diliyorum, gerçekleşiyor.

Şarkıyı, ortaya çıkmayı isteyerek söylüyorum, fark edilmek doğal bir sonuç oluyor.

Bile isteye berabere kalıyorum, dostumu ezmemek huzur veriyor.

Güzel bir melodiyi, bir kareyi, bir mısrayı yıllarca takip ediyorum, sonunda buluyorum.

Uzun bir yolculuğu, son metrelerinde depar atarak bitiriyorum, birlikte yürüdüğüm kardeşlerimi özlüyorum, bunu daha yol bitmemişken anlıyorum.

Öyle bir an geliyor ki, gitmek de iyi kalmak da, bırakmak da tutmak da. Dönüp bakınca en çok ve en güzel anıyla, nihai karar öncesindeki iç kıpırtılarını hatırlıyorum.

9 Haziran 2011 Perşembe

İki Arada

1950'lerin çizgi filmlerinden fırlamış bir ormandasın. Ekmek kırıntısı bırakmamışsın, gönül rahatlığıyla uyuyabilirsin. Sesler seni çağırıyor. Elbette gece.

Durgun okyanus olur mu, işte tam ortasındasın. Yunus geliyor, çok ilerden balina geçiyor. Suya atlamak istiyorsun, korkuyorsun. Güneşin sonsuz maviliğe tepeden baktığı o güzellik seni küçültüyor. Kumsala uzanıp yıldızları izlediğin bulutsuz zamanlar aklına düşüyor. Ufacık, minnacık kalıyorsun. Ormanı düşünüyorsun.

O ormanda yaşayan bir çalgı ustası, yaptığı kemanı denemeye koyulmuş. O da zorluklar çekmiş, müzik ve diğer her şeyde. Münzevilik mi daha zor yoksa anımsanmak mı? Sorsan cevap vermez, öylece durur. Okyanusu düşler.

Sakallı kaptan ayık olduğu saatleri düşünerek geçirir. Karanlıkta tam seçemediği, bir yandan da unutamadığı gözleri seyreder. Burnuna köz ateş kokusu gelir. Kamp yerine yaklaşmıştır. Köz patlıcana, patatese ihtiyaç duyduğu kadar sevgi dolu muhabbete de ihtiyacı vardır.

Ardında uçsuz bucaksız okyanus da varolmaktadır. Önüne baksa ağaç, ardına baksa yosun, sağına dönüp kulak verse keman, sola dönüp teneffüs etse iyot (hem de nasıl).
Tercih edecektir, pişman olacaktır, alışacaktır, mutlu veya mutsuz olacaktır.
Onun yüreği geniştir, şimdi kızabilir, sonra sevebilir. Ormanı okyanus resmine, okyanusu bir ağacın dibine sığdırabilir. Tüm dünyanın dertlerini bir göz odasına sıkıştırabilir. Maksat bakış açısında gizlidir.

1 Mayıs 2011 Pazar

Sözler

Gündelik hayatın küçük şiirselliklerini fark etmek ne iyidir.
Yolun karşısına ilk defa tek başına geçen çocuğun yüreği pırpır eder.
Bazen öyle güzel bir şarkı çalar ki, bitmesi üzüntü verir, keşke hiç duymasaydım dersin.
Akmayan bir gözyaşının raf ömrü onyılları bulabilir. Oysa insan çektiği acıya bile gülebilir, hem de kahkahalarla.
Aynı şeyi bekleyenler, birbirlerine karşı bir yakınlık hisseder. Zalimler yalnızdır, çoğu zaman mazlumlar da yalnızdır.
Felsefe, soru işaretlerinde başlar, ağızdan çıktığı anda lakırdıya dönüşür. Fakat paylaşmak iyidir, uzayı paylaşmak, bir parça ekmeği paylaşmak, bir işin ucundan tutmak onurludur.
Bir ev, IKEA kataloğuna karbon katılarak kurulamaz. Ülke bir masal kavramıdır, muhakkak çok uzaklardadır. Sevgide özgecilik esastır. Potansiyeli gökseldir.
Vicdan zamandan bağımsızdır. Kabullendiğimiz gerçekliğin sıkıcı maskesini, benliğimizdeki ejderlerle savaşarak hareketlendirebiliriz.

25 Mart 2011 Cuma

Yerküre

Doğa canlanıyor.
Kral kelebekleri kış uykularından uyanıp kilometrelerce öteye, yuvalarına dönecekler. Gezegenimiz uzayın içlerine şöyle bir meyledecek, biz kuzeyliler ısınacağız. Yeni yıl Orta Asya'lı dostlarımıza selam ederek mavide ve yeşilde vücut bulacak. Duyabilenlere fısıldanan kelimeler kalemimizden akacak. Yağan yağmurlar bizi derinden etkileyecek. Yine bazısı dayanacak, bazısı fıttıracak. Kalp kırıklıkları, hayal kırıklıkları, moral bozuklukları bahar geldi diye biter mi, yine başımıza gelecek. Fakat umutsuzluğa inat umut, zulme inat şefkat da olacak. Belki bu kaçınılmaz inatlaşmalar bizi de canlandıracak.

Bir çemberi, merkez sabit kalacak şekilde sonsuz yönde çevirirsen bir küre elde edersin. Çember, başı ve sonu aynı doğruya denir. Doğru, iki nokta arasındaki en kısa yoldur. Noktanın ise ölçülebilecek bir boyutu yoktur, fakat rölatif koordinatlarla ifade edilebilir.

Tabii, önce el ele vermek gerekir.

24 Ocak 2011 Pazartesi

Tombiden Taso Çıkardı, Gömü Bulmuş Gibi Sevinirdik

Yaşadığım şehirde sahafların yerine eski kitapçılar vardı. Bunlar parası ve merakı bol olanlara hitap edecek yerler değildi tabii. X-ibn-y-ibn-z-ibn-t isimli bir tarihi kişiliğin anıları, yeşil karton kapaklı bir ansiklopedi setinin 1966/3 numaralı cildi, meşhur şairlerin vaktiyle giriştikleri fanzin işler falan bulunmazdı yani. Bunun yerine, hem gönlünce kitap okumak, hem de içindeki koleksiyoner canavarı ucuza doyurmak isteyenlerin uğrak yeri olurdu buralar.

O dönem insanı kütüphane sevmezdi. Terchini, para azsa eski kitaptan, daha da azsa çul üstüne serili sokak kitaplarından, (paradan bağımsız olarak) yüz yoksa dost-akrabanın kitaplıklarından yana kullanırdı; fakat o sarı yapraklara muhakkak sahip olurdu. O, bir kitabı istediği anda açıp, istediği anda kapatabilmenin getirdiği özgüven yok muydu, hiçbir duyguya değişilmezdi. İster üstünde mandalina yesin, ister sayfalarını yırtsın, sonuçta kendi malıydı. En güzeli beğenmediği anda birini bırakıp, yeni birine başlayabilme özgürlüğüydü. Kırk haramilerin tek gözlü liderinin kahkahalar atarak dansöz oynatması gibi, sahiplik içgüdüsünden çember yapıp, bıyık burarak zavallı yazarın imgelemini seyrederdi insanlar.

Belki aynı sebepten, özel radyoların getirdiği o ilk heyecan dindikten sonra, çekme kasetlerin altın çağı başladı. Yine ucuza istediğin şarkıları çeken dükkanlar olurdu. Köşebaşlarında PavırHitsNayntisiks tadı yaşanırdı. Bu kasetlerin bir gömlek daha paspalı, çarşıda indirim sepetlerinde satılan yabancı bestoflardı. Üstünde Queen yazıp, içinden Rıfkı çıkma ihtimali, hiçbir şeyden haberinizin olmaması, severek, defalarca dinlemek.. Öyle bir dönemdi ki, Freddie Mercury uykusundan uyanıp gelse, hazır alt eşofmanı derdi de yokken yatıya kalması için ısrar eder, gece geç saate kadar birlikte bu toplamaya eşlik ederdiniz. Sahte The Beatles'ınız Let It Be'de tıkanırken siz cevabı çoktan bulmuş olurdunuz. O iki yüzlü 60lıklar, şimdinin tribute grup konserlerindeki buruk coşkudan daha dürüsttü.


Ben çocukken yokluk vardı diyemem; ekmek karnesini, yağ kuyruğunu görmemiş, tek kanal-gelgitli elektrik kombosunu hatırlamazken imkansızlıklardan bahsedersem ayıp olur. Fakat bu, elde ne varsa çağı onunla yakalamaya çalışma alışkanlığı, akranlarımı ya da az büyüklerimi oldukları hale getiren bir numaralı itkiydi herhalde. Olanı elinde tutma isteği, divx/mp3 arşivinden forward mail'e, maddi duruma göre artan ivmeyle action figürden Jack Skellington çantaya, Abercrombie'den Peugeot'ya, keçi peynirinden havuzlu villaya kadar çeşit çeşit sahip olma ideallerine dümen kırdı. Unutulmuş arkadaşlıklar, sosyal ağlar üzerinden de olsa elde tutulmalıydı. 90'lar bile bizden başkasının olamazdı, o -abilerinin şamaroğlanı- onyılın, hem çocuk hem yetişkin, hem varlık hem yokluk içinde, fakat ne uzak ne de yakın olma halini hayat tarzı yapmıştık. Hasretlerimiz hayallerimize, anılarımız rüyalarımıza baskın geliyordu.