19 Ağustos 2008 Salı

Sessiz Dostum

Neden meşhur olmaz anlamam...


Şarkının adı Mon ami sans voix
Albümün adı Riche à Millions
Sayfaları da bunlar:
http://www.myspace.com/tompoisson
http://www.tompoisson.com

11 Ağustos 2008 Pazartesi

Distopya - I

...
Robotların kontrolünde olan tarlayı ele geçirmek için can yakacak - insansı bir güvenlik robotununki ne kadar cansa - bir şeylere ihtiyacımız vardı. Elimizde harabe halindeki müzelerden çıkardığımız çok eski birkaç balta ve kama ile, açlık hissi toplama sevdasından üstün gelen bir koleksiyoner eskisinin yarım tas kuru incirle değiş tokuş etmeyi kabul ettiği sağlam katana setinden başka silah yoktu. Zengin Zümre (ZZ) Anadolu'yu terk edip o yüksek duvarlı hisar-şehre yerleştiğinden beri, zaten hayat namına sürdürülmeye çalışılan piyesin her alanında yoksunluk hissediliyordu. Bu göç sırasında halihazırdaki fabrika, liman, hastahane, okul, trafo, benzin istasyonu gibi ünitelerin tamamı ya malzeme ve yakıt elde etmek üzere yağmalanmış, ya da mazide kalacak olan medeniyetin son kırıntılarını da yok etmek amacıyla yerle bir edilmişti. Üstüne üstlük bu kalleş grup, besi hayvanı bulunan bölgeler ile bereketli toprakların tamamını işçi ve savaşçı robotları ile işgal ederek, yiyecek üretimini de bütünüyle kendilerine bağlamıştı. Bu toprakların semeresinden, kalan insanlara layık görülen ise ayda bir belirli az sayıda noktaya helikopterden atılan birkaç çuvallık paketlerdi. Bu kadar insanın bu sözümona "yardım paketleri" ile doymasına imkan yoktu. Yemek ve teknolojiden mahrum bırakılan bizler için ilkel şartlara dönüş kaçınılmaz hale gelmişti.

Topraksızlığın en karanlık yanı, çaresizlik hissidir; bu da tamamiyle üretememe olgusundan ileri gelir. Terk edilmiş şehirlerdeki stoklar bitmek üzereyken, insanların tokluğu paylaşamadığı gibi açlığı da birlikte göğüsleyemediğini görmek, yokluğun koruma içgüsünü tetikleyerek tüketimi hızlandırdığını fark etmek ve yalnız, sürgün bir hayatla ayakta kalınamayacağını bilirken, kalabalıkların arz ettiği tehlikeden çekinmek işte bu çaresizliğin doruğa çıktığı anlardı. Birlikte yolculuk yaptığımız ekip, bunu kavrayan az sayıda genç insandan oluşuyordu. Talihin bir cilvesiyle çoğumuz mühendislik eğitimi almıştık; yani teoride zehir gibi pratikte sallanmaktaydık. Karşımızdaki sıkıca korunan tarla ise bizim için kurtuluş umuduydu. Robotları alt edersek hasadı toplayabilir; bu şekilde birkaç ay idare edebilirdik. Ancak iş bununla kalmıyordu. ZZ tarladaki güvenliğin aşıldığını kısa sürede fark edip, üzerimize bu defa tamamı savaşçılardan oluşan daha büyük bir robot birliği yollayabilirdi. Yapmamız gereken, güvenlik robotlarını etkisiz hale getirdikten sonra işçi robotları tekrar programlamak, aynı anda ZZ genel merkezine de tarlada işlerin yolunda gittiğine dair yanlış istihbarat vermekti. Birkaç cümleyle ifade edilebilen bu planı gerçekleştirmenin zorluğu ise, savaş deneyimi bilgisayar oyunlarından ibaret olan bizler için tarifsizdi.
...

5 Ağustos 2008 Salı

Zaman Geçer

İnsan bir anda hatırlayamıyor. Gözleri sabitleyip - kapatıp değil - hafızanın derinliklerini örten sarmaşıkları sabırla ayıklaman gerekiyor. Bazen bir melodiyi takip ediyorsun, hemen unutma diye dünyanın sesi kısılsın istiyorsun. Uykuya gittiğin dakikaları endişelere teslim etmemek için mi dönüp duruyorsun, yoksa silinip giden her rüyada umudun mu kırılıyor? Hayal kırıklığına uğrayınca mı daha çok üzülürsün, hayal kurma yetini yolda düşürdüğünü fark ettiğinde mi? İnsan kendini zorlamalı; kolay bir reçetesi var. Göstermediğin her çabayı veresiye defterine yazıyorsun, küçük mucizelere inanmıyorsun (mucizenin küçüğü olmaz), küçüklüğe övgünün hiçbir türüne kanmıyorsun (nefisten başka), gündeliğin olağanlığının turşusunu kurmuyorsun (kabak tadı verir).

İnsan bir anda hatırlamak istiyor. Deniyorsun. Denemeden olmayacağını biliyorsun. Gözlerini kapatınca kötü anılar aklına geliyor. Hiç mi değerleri yoktur? Acıyı yalnız dilinle hissedebilsen daha mı iyi olurdu? Kim bilir.. Uyuyorsun. Rüyasız bir uyku seni daha da halsizleştiriyor. Pencereden bakıyorsun; anılarına layık mı yaşadın diye düşünüyorsun. Ne önemi var, zaten hiçbirini hatırlamıyorsun.

İyi ki o isli camdan güneşe bakmışsın; kimse görmezken o saçları koklamışsın; o taksiye binmemişsin; o sudan kana kana içmişsin - öyle ki karnın şişmiş; iyi ki yalan söylemediğinde o hafiflemeyi tatmışsın; sevdiğin birini bile isteye kırdığına pişman olup ağlamışsın; kolunu kırmadan merdivenden yuvarlanmışsın; bisikletin önüne çıkıp dizini paralamışsın; şiir yazmışsın, hem de birine yazmışsın; hayatında bir kere tanımadığın biri için merhamet beslemişsin; büyüklüğün sende kaldığını hissetmişsin... İyi ki hatırladıkça sayılacak anlardan bolca biriktirmişsin.

Yoksa bu ırmak
aktıkça dökülmüyor mu sanmıştın?