24 Ocak 2011 Pazartesi

Tombiden Taso Çıkardı, Gömü Bulmuş Gibi Sevinirdik

Yaşadığım şehirde sahafların yerine eski kitapçılar vardı. Bunlar parası ve merakı bol olanlara hitap edecek yerler değildi tabii. X-ibn-y-ibn-z-ibn-t isimli bir tarihi kişiliğin anıları, yeşil karton kapaklı bir ansiklopedi setinin 1966/3 numaralı cildi, meşhur şairlerin vaktiyle giriştikleri fanzin işler falan bulunmazdı yani. Bunun yerine, hem gönlünce kitap okumak, hem de içindeki koleksiyoner canavarı ucuza doyurmak isteyenlerin uğrak yeri olurdu buralar.

O dönem insanı kütüphane sevmezdi. Terchini, para azsa eski kitaptan, daha da azsa çul üstüne serili sokak kitaplarından, (paradan bağımsız olarak) yüz yoksa dost-akrabanın kitaplıklarından yana kullanırdı; fakat o sarı yapraklara muhakkak sahip olurdu. O, bir kitabı istediği anda açıp, istediği anda kapatabilmenin getirdiği özgüven yok muydu, hiçbir duyguya değişilmezdi. İster üstünde mandalina yesin, ister sayfalarını yırtsın, sonuçta kendi malıydı. En güzeli beğenmediği anda birini bırakıp, yeni birine başlayabilme özgürlüğüydü. Kırk haramilerin tek gözlü liderinin kahkahalar atarak dansöz oynatması gibi, sahiplik içgüdüsünden çember yapıp, bıyık burarak zavallı yazarın imgelemini seyrederdi insanlar.

Belki aynı sebepten, özel radyoların getirdiği o ilk heyecan dindikten sonra, çekme kasetlerin altın çağı başladı. Yine ucuza istediğin şarkıları çeken dükkanlar olurdu. Köşebaşlarında PavırHitsNayntisiks tadı yaşanırdı. Bu kasetlerin bir gömlek daha paspalı, çarşıda indirim sepetlerinde satılan yabancı bestoflardı. Üstünde Queen yazıp, içinden Rıfkı çıkma ihtimali, hiçbir şeyden haberinizin olmaması, severek, defalarca dinlemek.. Öyle bir dönemdi ki, Freddie Mercury uykusundan uyanıp gelse, hazır alt eşofmanı derdi de yokken yatıya kalması için ısrar eder, gece geç saate kadar birlikte bu toplamaya eşlik ederdiniz. Sahte The Beatles'ınız Let It Be'de tıkanırken siz cevabı çoktan bulmuş olurdunuz. O iki yüzlü 60lıklar, şimdinin tribute grup konserlerindeki buruk coşkudan daha dürüsttü.


Ben çocukken yokluk vardı diyemem; ekmek karnesini, yağ kuyruğunu görmemiş, tek kanal-gelgitli elektrik kombosunu hatırlamazken imkansızlıklardan bahsedersem ayıp olur. Fakat bu, elde ne varsa çağı onunla yakalamaya çalışma alışkanlığı, akranlarımı ya da az büyüklerimi oldukları hale getiren bir numaralı itkiydi herhalde. Olanı elinde tutma isteği, divx/mp3 arşivinden forward mail'e, maddi duruma göre artan ivmeyle action figürden Jack Skellington çantaya, Abercrombie'den Peugeot'ya, keçi peynirinden havuzlu villaya kadar çeşit çeşit sahip olma ideallerine dümen kırdı. Unutulmuş arkadaşlıklar, sosyal ağlar üzerinden de olsa elde tutulmalıydı. 90'lar bile bizden başkasının olamazdı, o -abilerinin şamaroğlanı- onyılın, hem çocuk hem yetişkin, hem varlık hem yokluk içinde, fakat ne uzak ne de yakın olma halini hayat tarzı yapmıştık. Hasretlerimiz hayallerimize, anılarımız rüyalarımıza baskın geliyordu.

Hiç yorum yok: