9 Haziran 2011 Perşembe

İki Arada

1950'lerin çizgi filmlerinden fırlamış bir ormandasın. Ekmek kırıntısı bırakmamışsın, gönül rahatlığıyla uyuyabilirsin. Sesler seni çağırıyor. Elbette gece.

Durgun okyanus olur mu, işte tam ortasındasın. Yunus geliyor, çok ilerden balina geçiyor. Suya atlamak istiyorsun, korkuyorsun. Güneşin sonsuz maviliğe tepeden baktığı o güzellik seni küçültüyor. Kumsala uzanıp yıldızları izlediğin bulutsuz zamanlar aklına düşüyor. Ufacık, minnacık kalıyorsun. Ormanı düşünüyorsun.

O ormanda yaşayan bir çalgı ustası, yaptığı kemanı denemeye koyulmuş. O da zorluklar çekmiş, müzik ve diğer her şeyde. Münzevilik mi daha zor yoksa anımsanmak mı? Sorsan cevap vermez, öylece durur. Okyanusu düşler.

Sakallı kaptan ayık olduğu saatleri düşünerek geçirir. Karanlıkta tam seçemediği, bir yandan da unutamadığı gözleri seyreder. Burnuna köz ateş kokusu gelir. Kamp yerine yaklaşmıştır. Köz patlıcana, patatese ihtiyaç duyduğu kadar sevgi dolu muhabbete de ihtiyacı vardır.

Ardında uçsuz bucaksız okyanus da varolmaktadır. Önüne baksa ağaç, ardına baksa yosun, sağına dönüp kulak verse keman, sola dönüp teneffüs etse iyot (hem de nasıl).
Tercih edecektir, pişman olacaktır, alışacaktır, mutlu veya mutsuz olacaktır.
Onun yüreği geniştir, şimdi kızabilir, sonra sevebilir. Ormanı okyanus resmine, okyanusu bir ağacın dibine sığdırabilir. Tüm dünyanın dertlerini bir göz odasına sıkıştırabilir. Maksat bakış açısında gizlidir.

Hiç yorum yok: