9 Aralık 2008 Salı

Eve Dönüş

Ne zamandır ayaktayım bilmiyorum. Sabah ayazı içimi ürpertiyor, sık örgülü bir yeleğim olsun isterdim. Boş bir mutfak balkonundan geriye, kiremitsiz binaların örttüğü kente bakıyorum. Yağmur geceden yağmış, demirlerin eskiliğinde paslı sular birikmiş, kokuyor. Martılar kıyıdan bu denli içeri girmeye tenezzül etmiyor. Dar sokaklar topuk ve çıngırak seslerini geç gelen bir duygusallıkla yankılıyor; oysa bebeklerin ve terk edilmişlerin göz yaşları donmuş, kirpikleri yanıyor. Parmak uçlarım, yalın ayak olma ihtimalim, cepsizliğim, artan aydınlıkla bağdaştıramadığım sessizlik, seslisizliğim, parmak uçlarımdaki hissizlik, soğuk galiba, içeri giriyorum, yalnızlığın formları arasında dolaşmış oluyorum.

"Beni bekleyen yuvada karşılıksız iyilik vardır. Orada alışkanlıkların, önyargıların yeri yoktur; gelenekler giremez kapısından. Büyükçe bir camından güneş ışınları yerlere saçılır, halılara çorapla basılır hatta yuvarlanılır üzerlerinde. O evde gerçeklere dayanabilen insanlar yaşar. Halihazırda delirmemiş, zaman zaman filiz dal gibi boyun bükmüşlerdir. Yansıdıkları ayna güzelliklerini göstermeye yetmez, onlar vicdan muhasebesi yapmaktan korkmazlar. Yuvam sıcaktır, emekle bakılmıştır, anılarla bezenmiştir. Yuvam, dönme ihtirasının vücut bulmuş hâlidir. O bir hedef olmanın yanı sıra, sürecin ta kendisidir."

Uzaklarda başımı dik tutuyorum. Yanlışları doğru yapma projem üzerinde çalışıyorum. Sevdiklerimi düşlüyorum. Yuvamı, avcumun içindeki kristalden gözlüyorum. Her yolun aynı noktada birleştiği bir mitolojide, bir önceki isimden bir sonrakine sıçrayarak ilerliyorum. Zaman çabuk geçmiyor, ben uzun adımlıyorum. Orada olmam gerektiği için oluyorum, dönmek istediğim için dönüyorum. Bunu gerçekten istiyorum.

Kazak, mont, bot, atkı, bere, eldivenler ve sorumluluklarla sarılmış vaziyetteyim. Terlemeye başlayınca eve yaklaştığımı anlıyorum. Yanağıma çarpan sıcak rüzgarı hissediyorum. Ayak seslerimi gizlemeyi deniyorum. Islık çalarken kapının açıldığını görüyorum. Mutluyum; gitmeyi, dönmeyi, bulmayı, ıslık çalmayı ve mutlu olmayı özdeşleştirirken zorluk çekmiyorum.

22 Kasım 2008 Cumartesi

Şimdi

Doğru ipi yakalayarak çocukluğuma, vaktimin bol olduğu zamanlara dönüyorum.

Güneş günlük kariyerinde zirveyi tatmış, yolun diğer yarısına hazırlanıyor. Küçük evrenim öğle uykusuna yatmış; bense yaşımdan büyük kitaplardan hak ve adalet öğreniyorum. Yüzeysel olamayacak kadar naifim, ağlanacak hallerin istisnasız hepsine gülüyorum. Defterler biriktiriyorum. İçinde hayallerim var. Ayaklarımı kıvırıp yatarak tekli koltuğa sığmaya çalışıyorum. Bendeki ufak yerlere sığışma eğilimini o sakallı adam doksan yıl önce açıklıyor. Sözleri uzayda yankılanırken doğru frekanstayım, kulağım çınlıyor.

Yazın bitmesine az kalmış. Geceler denizden rüzgar getiriyor. Sokak lambalarının göz kırptığı bir yolda yürüyorum. Yalnız değilim, sadece yalnız olduğumu farz ediyorum. Daha önce hiç bile isteye üşümemişim, uykuyla mücadele ediyorum. Yattığım yerden, koyu gri bulut örtüsünden sıyrılıp yüzünü gösteren tek tük yıldızları izliyorum. Çakıl ve yosun kokusu duyuyorum. Keşke el fenerim yanımda olsa.


Herkesten önce uyanmışım; televizyon fazla sesli, kitap fazla sessiz, bakkal fazla kapalı, plastik top fazla inik, perdeden sızan ışıkta elimi inceliyorum -tırnaklarım fazla beyaz, savaş haberlerini algılayabilecek yaştayım -insanlar fazla acımasız, balığım fazla ölü, ideallerim çocuk bedenime büyük geliyor, uzaklarda ezan okunuyor, pikeyi başımın üstüne çekiyorum, sabah kalktıktan sonra öylece yatakta durmaya erken alışıyorum.

Çamurlu bir su birikintisinde geleceği görmeye çalışıyorum. Ben, umduğum ben miyim? Dünya, hayalini kurduğum dünya mı? En kötü huylarımın farkında olmaya devam mı edeceğim? Hafızam hep bu kadar kuvvetli mi olacak? Gözüm suyun yanından tek sıra halinde geçen karıncalara takılıyor. Tanıdık bir bisiklet zili işitiyorum. Süre başladı, büyümeme ne kadar kaldı? Sürekli yukarı bakarak yürüyorum, dizlerim paramparça. Hareketlerimin -hatta düşüncelerimin- sonuçlarına hazırım. İzlendiğimi bilmek bana huzur veriyor. İçimde gizli bir güç var, hissediyorum. Bazen genleşip patlayacak gibi oluyorum, sanki içinde bulunduğum alem bükülüyormuş gibi. Yaşamak istiyorum. Bildiklerimi uygulamak istiyorum. Ben, bir adım sonraki ben, on yıl sonraki ben bir yerlerde aynı anda mevcuduz; sen ve ben bir çokyüzlünün unsurlarıyız; biz aynı yolun yolcusuyuz, ayırdındayım. Korkmuyorum. Neden korkayım? Yaz bitiyor, bitsin, çocukluğumun son yazına daha var. O çayırlarda beni bekliyor kardeş ruhlar, doğuşunu seyrettiğim sabah güneşi gibi aydınlıklar. Bir yağmur damlası omzuma düşüyor. Birileri sevdiğim o şarkıyı mırıldanıyor.

İpi takip ederek şimdiye ulaşıyorum. Şimdiye yolculuk etmeyi seviyorum. Hayallerimi canlı tutuyor. Beni yarına yakın hissettiriyor..

13 Ekim 2008 Pazartesi

Beni Özgür Bırakacak Kadar Sev

"Kaybetmek pahasına bile mi?" diyor.
Elimden susmaktan başka bir şey gelmiyor. Suçüstü yakalanmış hırsız gibi kalakalıyorum. Torbamda ne var onu da bilmiyorum. Kaybetmek pahasına... Bu durumda kaybetmeme ihtimalini mi çalmış oluyorum? Ortalama bir hırsız yükte hafif, pahada ağır şeyleri hedefliyorsa eğer, altında ezildiğim bu ağırlık da neyin nesi böyle?..

Gözlerinden başka her yere bakıyorum:
"Seni özgür bırakıyorum, zaten hiçbir zaman benim diye görmedim ki kaybedeyim."
Çenemden yakalayıp başımı kendisine doğru çeviriyor. Onu hiçbir zaman anlayamadım belki, ama hep sezdim. Ciğerini okudum, içimde bir yerlere yazdım her davranışını. Tek bakışımla kat kat maskesini soyup, öze ulaşıyorum. Alnının içinde kırgınlık, kızgınlık, hayal kırıklığı görüyorum, bir kenara itiyorum hepsini. Gurura aldanmıyorum, tutkuyu görmezlikten geliyorum, şefkati bir hamlede geçiyorum. Geriye özlem duygusu kalıyor; beni özlüyor, beni -hem de yanıbaşındayken özlüyor.

"Neden beni, benim seni sevdiğim kadar sevemiyorsun?" diyor. Dürüstlüğüne şaşırıyorum, sanırım bilinçsizlikten kaynaklanıyor. Bilmiyor ki, bunun sevmekle alakası yok. Seni seviyorum, belki senin kendini sevdiğin kadar çok seviyorum. Yine de seni özlemiyorum, seni özleme fikrini günahım kadar sevmiyorum. Gündüz boyunca rahat yatağımı özlüyorum; kış gelince kayısıyı, kirazı özlüyorum; kaydıraklarda çocukluğumu özlüyorum; sahip olduklarımı özlüyorum, belki de (kısa süre için bile olsa) kaybettiklerimi özlüyorum. Seni özlemiyorum. Oysa sen beni özlüyorsun. Sen bunu sevgi zannediyorsun, aslında beni, örneğin bir kitabı, bir elbiseyi, bir demet çiçeği sever gibi seviyorsun. Dahası benim de seni, senin beni özlediğin gibi özlememi istiyorsun. Zaten bu yüzden beni kaybedeceğini düşünüyorsun. Ben de seni kaybetmekten korkayım istiyorsun.

"Seni aklımdan çıkarabildiğimi mi sanıyorsun?"
Çünkü ben anmaktan başka bir sevme davranışı bilmiyorum. Seni seviyorum çünkü hep aklımdasın, hep aklımdasın çünkü seni seviyorum. Bir filmi sevemezsin, unutamadığın sahnelerdir sevdiğin. Elmanın tadını hatırlarsın, kadifenin kokusunu. İki çift laf ettiysek, bana dair bunları hatırlasın isterim insanlar. Hatıra biriktirmek için ortada somut bir şey olmasına, orada olmana bile gerek yok. Söz gelimi, duyar duymaz çarpıldığın bir sözcüğün somut neresini sevmiş olabilirsin ki, harfleri mi heceleri mi? Seni sevmek benim için, seninle ilgili her şeyi ve hiçbir şeyi anımsamak. Kendimi bir kenara bırakmak, senin benden önceki-sonraki hallerini izlemek, soğurmak. Bana bağlanmanı niye istemiyorum biliyor musun? Bana ne kadar çok bağlanırsan, seni o kadar az anmaya alışıyorum. Sana sahip olmaya başladığımı hissediyorum. Ben bunun sevgi olmadığını biliyorum. Seni cebimde değil, tenimin altında taşımak istiyorum.

Benim gibi hissetmiyor:
"Madem benden ayrılmak istemiyorsun, niye beni kendinden uzaklaştırıyorsun?" diyor. Önermesi de, sonucu da yanlış. Hiçbir zaman birleşmedik ki, şimdi ayrılalım. Biz denilen şey, farklı iki insanın aynı çatıda telaffuz edilmesinden başka bir şey değildi. Seni seviyorum ama bazı özelliklerini sevmiyorum. Yan yana olduğumuz süre içinde bunlara alışmadım ama tahammül gösteriyorum. Bunun sonucu olarak, örneğin kavga edince seni sevmekten vazgeçmiyorum. Senin kullandığın anlamda ayrılık da gerçekleşse, bir insan sevmeyi nasıl bırakabilir ki? Senden ayrılmakla ilgili hiçbir fikrim yok, dolayısıyla seni kendimden uzaklaştırmıyorum. Böyle düşünmen ilginç, belki de bana ilişkin duyduğun derin sahiplenme hislerinin sevgi olmadığının yavaş yavaş farkına varıyorsun. Birazdan kalkıp gideceğini, bir daha da ömür boyu yüz yüze gelmeyeceğimizi hissediyorum. Benim önce davranmam sorumlu bir hareket olacak.

"Sana beklediğin gibi davranmadığımın farkındayım, ama hiç yalan söylemedim. Bugünden sonra, hemen yarın sabah değişik biri olarak uyanacaksın. Ben de öyle olacağım. Geçmişe baktığında beni iyi hatırlayacağını, belki de bu hatıralar sayesinde beni gerçekten sevebileceğini ümit ederim. Görüşmek üzere.."
Gidiyorum. Her yaptığım şeyin arkasında duracak kadar kibirli değilim, hata ettiğim noktaları gözden geçiriyorum. Daha iyi ifade edebilmeliydim, keşke yapabilseydim. Kalpsiz rolü mü yaptım? Daha açık olabilmeliyim. Düşünmek için bütün bir hayat var, duygular ise yakalayabildiğin kadar. Üzülüyorum. Göğüs kafesimin hemen üstünde yumruk kadar bir boşluk, biraz nefesimden besleniyor, biraz kalp atışlarımdan. Yanan kulaklarım o sırada bir ses duyuyor:
"Beni de bekle"
O geliyor. 'Gitme' demedi, 'kal' demedi, 'beni bırakma' demedi. 'Ben de geliyorum' dedi. Koluma girip, benimle birlikte yürüyor. Beni özlediği için yanımda değil. Beni sahiplenmiyor. Beni özgür bırakıyor. İçim umutla doluyor. O da beni seviyor..

28 Eylül 2008 Pazar

Sonsuzluk ve Bir Gün


O sabah yataktan kalkmıyorum. Yaşamak yerine, günümü bir anlatıcıdan dinlemeyi tercih ediyorum:
"Reçel, peynir ve beyaz ekmekten oluşan kahvaltısını her sabah olduğu gibi büyük lokmalarla bitirdi. Saçlarını bir türlü yatıramadığı için binmesi gereken otobüsü kaçırdı. Taksi olasılığını bir kalemde geçti, geç kalmayı önemsemezdi.

Hayatı boyunca okula gitmiş biri için, merdiven çıkarken tek adımda katettiği basamak sayısı ürkütücüydü. Dersleri dinlediği anlaşılsın diye başını yana eğerdi. Öğle arasında eski filmlerden bahsetti, tespitleri yeterince komikti. Akşama doğru bir kafede sade soda içti. Tavla atmayı gönülsüzce kabul etti, rekabetten nefret ederdi.

Odasında kısılabilir ses isterdi. Alışkanlıkla televizyonu açtı, saatlerini İnternet'te geçirdi. Başkalarının hayatlarını okur, izler, dinlerdi. Uykuya giderken sevilmeyi düşledi. Düşlerinde ağlamayı pek severdi".

Hayat gailesi, insan yoruluyor. Gün biterken uykuya dalmakta zorlanmıyorum. Ertesi sabah yataktan kalkmak istemiyorum. Gözlerimi yastığa siliyorum. Anlatıcılardan kurtulmanın yolu hiç uyanmamak mıdır, diye düşünüyorum. Değişiklik yapıp gündüz uykusunu deniyorum. Rüyamda uçtuğumu görüyorum. Bir çocuktanrının seslendiğini duyuyorum. Duyuyorum.

19 Ağustos 2008 Salı

Sessiz Dostum

Neden meşhur olmaz anlamam...


Şarkının adı Mon ami sans voix
Albümün adı Riche à Millions
Sayfaları da bunlar:
http://www.myspace.com/tompoisson
http://www.tompoisson.com

11 Ağustos 2008 Pazartesi

Distopya - I

...
Robotların kontrolünde olan tarlayı ele geçirmek için can yakacak - insansı bir güvenlik robotununki ne kadar cansa - bir şeylere ihtiyacımız vardı. Elimizde harabe halindeki müzelerden çıkardığımız çok eski birkaç balta ve kama ile, açlık hissi toplama sevdasından üstün gelen bir koleksiyoner eskisinin yarım tas kuru incirle değiş tokuş etmeyi kabul ettiği sağlam katana setinden başka silah yoktu. Zengin Zümre (ZZ) Anadolu'yu terk edip o yüksek duvarlı hisar-şehre yerleştiğinden beri, zaten hayat namına sürdürülmeye çalışılan piyesin her alanında yoksunluk hissediliyordu. Bu göç sırasında halihazırdaki fabrika, liman, hastahane, okul, trafo, benzin istasyonu gibi ünitelerin tamamı ya malzeme ve yakıt elde etmek üzere yağmalanmış, ya da mazide kalacak olan medeniyetin son kırıntılarını da yok etmek amacıyla yerle bir edilmişti. Üstüne üstlük bu kalleş grup, besi hayvanı bulunan bölgeler ile bereketli toprakların tamamını işçi ve savaşçı robotları ile işgal ederek, yiyecek üretimini de bütünüyle kendilerine bağlamıştı. Bu toprakların semeresinden, kalan insanlara layık görülen ise ayda bir belirli az sayıda noktaya helikopterden atılan birkaç çuvallık paketlerdi. Bu kadar insanın bu sözümona "yardım paketleri" ile doymasına imkan yoktu. Yemek ve teknolojiden mahrum bırakılan bizler için ilkel şartlara dönüş kaçınılmaz hale gelmişti.

Topraksızlığın en karanlık yanı, çaresizlik hissidir; bu da tamamiyle üretememe olgusundan ileri gelir. Terk edilmiş şehirlerdeki stoklar bitmek üzereyken, insanların tokluğu paylaşamadığı gibi açlığı da birlikte göğüsleyemediğini görmek, yokluğun koruma içgüsünü tetikleyerek tüketimi hızlandırdığını fark etmek ve yalnız, sürgün bir hayatla ayakta kalınamayacağını bilirken, kalabalıkların arz ettiği tehlikeden çekinmek işte bu çaresizliğin doruğa çıktığı anlardı. Birlikte yolculuk yaptığımız ekip, bunu kavrayan az sayıda genç insandan oluşuyordu. Talihin bir cilvesiyle çoğumuz mühendislik eğitimi almıştık; yani teoride zehir gibi pratikte sallanmaktaydık. Karşımızdaki sıkıca korunan tarla ise bizim için kurtuluş umuduydu. Robotları alt edersek hasadı toplayabilir; bu şekilde birkaç ay idare edebilirdik. Ancak iş bununla kalmıyordu. ZZ tarladaki güvenliğin aşıldığını kısa sürede fark edip, üzerimize bu defa tamamı savaşçılardan oluşan daha büyük bir robot birliği yollayabilirdi. Yapmamız gereken, güvenlik robotlarını etkisiz hale getirdikten sonra işçi robotları tekrar programlamak, aynı anda ZZ genel merkezine de tarlada işlerin yolunda gittiğine dair yanlış istihbarat vermekti. Birkaç cümleyle ifade edilebilen bu planı gerçekleştirmenin zorluğu ise, savaş deneyimi bilgisayar oyunlarından ibaret olan bizler için tarifsizdi.
...

5 Ağustos 2008 Salı

Zaman Geçer

İnsan bir anda hatırlayamıyor. Gözleri sabitleyip - kapatıp değil - hafızanın derinliklerini örten sarmaşıkları sabırla ayıklaman gerekiyor. Bazen bir melodiyi takip ediyorsun, hemen unutma diye dünyanın sesi kısılsın istiyorsun. Uykuya gittiğin dakikaları endişelere teslim etmemek için mi dönüp duruyorsun, yoksa silinip giden her rüyada umudun mu kırılıyor? Hayal kırıklığına uğrayınca mı daha çok üzülürsün, hayal kurma yetini yolda düşürdüğünü fark ettiğinde mi? İnsan kendini zorlamalı; kolay bir reçetesi var. Göstermediğin her çabayı veresiye defterine yazıyorsun, küçük mucizelere inanmıyorsun (mucizenin küçüğü olmaz), küçüklüğe övgünün hiçbir türüne kanmıyorsun (nefisten başka), gündeliğin olağanlığının turşusunu kurmuyorsun (kabak tadı verir).

İnsan bir anda hatırlamak istiyor. Deniyorsun. Denemeden olmayacağını biliyorsun. Gözlerini kapatınca kötü anılar aklına geliyor. Hiç mi değerleri yoktur? Acıyı yalnız dilinle hissedebilsen daha mı iyi olurdu? Kim bilir.. Uyuyorsun. Rüyasız bir uyku seni daha da halsizleştiriyor. Pencereden bakıyorsun; anılarına layık mı yaşadın diye düşünüyorsun. Ne önemi var, zaten hiçbirini hatırlamıyorsun.

İyi ki o isli camdan güneşe bakmışsın; kimse görmezken o saçları koklamışsın; o taksiye binmemişsin; o sudan kana kana içmişsin - öyle ki karnın şişmiş; iyi ki yalan söylemediğinde o hafiflemeyi tatmışsın; sevdiğin birini bile isteye kırdığına pişman olup ağlamışsın; kolunu kırmadan merdivenden yuvarlanmışsın; bisikletin önüne çıkıp dizini paralamışsın; şiir yazmışsın, hem de birine yazmışsın; hayatında bir kere tanımadığın biri için merhamet beslemişsin; büyüklüğün sende kaldığını hissetmişsin... İyi ki hatırladıkça sayılacak anlardan bolca biriktirmişsin.

Yoksa bu ırmak
aktıkça dökülmüyor mu sanmıştın?

15 Haziran 2008 Pazar

Yolculuk

"Aziz Dostum,

İlkevvela, ısrarla tavsiye ederek sonunda beni razı ettiğin seyahat için sana minnettar kaldığımı belirterek başlayayım sözlerime. Bir aydır kent kent dolaşarak kabristan ziyaretlerinde bulunuyorum. Taziyelerimi iletmek için kapısını çaldığım evlerdeki şaşkınlığı bir görsen. Ben ...'in fakülteden arkadaşıyım, deyince gözlerinde oluşan hasrete ve heyecana bir şahit olsan. Okulun kapısında çekilen fotoğraftan seçiyorlar beni, ben kendimi seçemezken. Kaç yıl oldu, on mu, oniki mi? Bu umutlu suratlar bizim miydi? Bu güzel çocuklar biz miydik? Şu gülen kız, şimdi bir çınarın altında mı yatıyor? Şu oğlan 30'unu göremedi mi? Ya sen, ya ben, alnımın ortasındaki derin çizgi, gözlerimin altındaki torbacıklar nerede? Aynı fotoğraf, her defasında ayrı acı. İçim burkularak ayrılacakken, bu seyahatin gayesi aklıma düşüyor. Yüreklerini dağlamak pahasına soruyorum. Ahiret sualleriyle ölçüyorum onları, dillerini çözüyorum. Gözleri doluyor kiminin, bazısı kızacak gibi oluyor, bile bile sindiriyorum hepsini. Üste çıkıyorum, sorgucunun sorgulananla oynadığı oyunları oynuyorum onlarla. Benim de içim parçalanıyor, ne yapalım, gerçeğe ulaşmak için başka çare yok. Sonunda dökülüyorlar tüm samimiyetleriyle, anlatıyorlar yorum yapıyorum, bazen birlikte anlatıyoruz, hakikatte olup biteni birlikte buluyoruz. Doğrusunu yazıyorum. Yorgun çıkıyorum evlerinden, onlarsa daha da bitkin. İlk vasıtayla bir başka şehrin yolunu tutuyorum.
Nihayetinde şimdi seninle paylaşacağım liste çıkıyor ortaya. Yakınları isimlerin belirtilmesini istemediler, sen yine de kimin kim olduğunu ayırabilirsin. İşte fakülteden biricik sınıf arkadaşlarımızın ölümlerine dair liste:

(1) Biz yalnız imtihan dönemlerinde zannederdik, aslında hep az uyurmuş. İki saat, üç saat, bazı geceler daha da az. Dersleri gibi, işleri de yerinde gitmiş. İşinde yükselmiş, kıdem kazanmış ,ancak son demlerde geceleri artık gözünü bile kırpmamaya başlamış. Uyumamak kimsenin ölümüne sebep olmaz elbette. Bir gün bayram tebriği için gönderilen kartpostallardan birinin üstündeki kumsal resmini görünce, senelerdir mola vermeden çalıştığını, denize bile girmediğini fark etmiş ve ilkokuldan beri ömründe ilk kez izne çıkmış. Mağazadan bir mayo, bir havlu, bir çift de terlik satın alıp otomobiline atlamış. Yola çıktığı gibi uykuya dalmış, karşı şeride girmiş ve trajik kaza...

(2) Güzeldi, adeta bir melekti. Okulla pek ilgilenmezdi, hep şöhret isterdi. Bir fotoromanda oynamışlığı bile vardı -belki hatırlarsın. Bu meşhurların cemiyetine daha yakın olmak için züppenin tekiyle evlenmiş. Evde oturur gün boyu resim yapar, hikaye-şiir yazar, çamurdan heykel yapar dururmuş. Oysa sanatın hiçbir dalında yeteneği yokmuş. Kocasının itelemesiyle bir sergi açmış, bir şiiri de mecmuada yayınlanmış, onları da pek beğenen olmamış tabii. Yaratıcılığını değerlendireceği meydandan çoktan uzaklaşmış, yerine zenginin birinin kapatmasına dönmüş olduğunu fark edince, şöhret olabileceği tek yolu seçmiş. Kesmiş bileklerini, akan kanla bir iki kelime karalamış yerlere, yanına uzanıp öylece kalmış. Unutulmayacak bir sahne göstererek, ölümüyle şöhret olmayı denemiş yani. Anlaşılan iyi sonuç vermemiş ki, hiçbir gazetede haberi okumadım.

(3) Hep kızdırırdık onu. Alay ederdik, gülüp geçerdi o, biz de pek üstelemezdik. Meğer içine atıyor, biriktiriyormuş. Hazırcevap değildi, hemen lafı yapıştıramıyordu, yaşamboyu en çok bunun sıkıntısını çekmiş. Birgün, safi onu kırmak için edilmiş bir lafı kaldıramamış, cevap da verememiş, kalbi sıkışıvermiş. Hastaneye bile yetişememiş..

(4) Adıyla hiç örtüşmezdi, sürekli suratı beş karış gezerdi bilirsin. Mutluluğu yakalayamayacağına inanırdı. O yüzden kendine hep ulaşabileceği hedefler koymuş. Hayallere hiç pabuç bırakmamış, bu yanıyla başarılı da olmuş aslına bakarsan, madden durumu parlakmış. Oysa mutsuzluğu sürüyormuş, başaramayınca üzülmeyi bilmediği için, kazandıklarının da gerektiğince tadını çıkaramıyormuş. Bu ise onu yalnızlığa itmiş, hiç dostu kalmamış. Aşık olmuş bir noktada, mutlu olamayacağını tüm benliğiyle hissetmesine rağmen duygularını dizginleyemiyormuş. Aşkı iyice taşmaya başlayınca, gitmiş sevdiceğine açılmış. Tahmininin aksine kızın da onda gönlü varmış, güzel karşılık vermiş. Bizimki şaşırmış, kızdan evet cevabını alınca öyle mutlu olmuş ki, mutlulukta bir daha bundan daha yukarılara çıkamayacağına kanaat getirmiş. Eve gidip yatmış, elinde kızdan hatıra diye aldığı vesikalıkla uyumuş, bir daha da uyanamamış.

(5 ve sonrası) Bu en yakın arkadaşlarımızı herhalde çıkardın. Tahmin edersin ki, gerisi de bundan farklı değil. Yine intiharlar, uyanamayanlar, kazalar, göçüp gitmek hususunda aceleci davrananlar; tümü ani yine de tümü kibar ve sakin gidişler.. Anlayacağın koca sınıftan kala kala sen ve ben kaldık.

Şimdi gelelim meselenin esasına. Haberleri tek tek kaydedip resme biraz öteden bakınca zihnime tek bir sual takıldı: 'Bu seyahate çıkmamda niye bu denli ısrarcı oldu?'. Sevgili dostum, yoksa sen bu yürek parçalayan listeden haberdar mıydın? Görüştüğüm aileler senden tek kelime etmedi ama seni tanırım; bir kaynaktan, konu komşu akrabadan, ahbaplarından, sevgililerinden, bir yerlerden öğrenmişsindir istediysen. O halde bu kez soruyu sana yönelteyim: Bu seyahati yapmama niçin sebep oldun? Benim buna iki cevabım var. Ya bu tabloya dayanamayıp ben taşradayken sen de bedenini terkeyledin ve listenin seninle birlikte tamam olmasını istedin, yahut benim ne karar vereceğimi görmek için dönmemi bekliyorsun. İlkiyse eğer huzur içinde yat, bu mektup babacığına hatıra kalsın. Ancak ikincisini amaçladıysan eğer, boşuna bekleme, çünkü bir daha dönmeyeceğim. Şu an küçük bir istasyon kahvehanesinden yazıyorum sana, dışarıda çinko damlara yağmur vuruyor. Teşekkür ederim. Bu yola hiç çıkmasaydım şimdi de devam edemezdim. Belki sonum listedekilerden farklı olmazdı. Bundan kelli önce ülkemin, sonra dünyanın böğründe sürecek yürüyüşüm. İstersen beni yoksay, zira kendimden vazgeçtim bile yine kendimi keşfetmek için. Veyahut daha iyisi sen de kendi içine dön; yola çıkmaktan çekinme, yoksa ömrübillah beklemeye mecbur olursun.

Korkma. Biz kardeşiz. Başka diyarlarda elbet yine görüşeceğiz."