30 Temmuz 2009 Perşembe

90'ları Düşündüm - 1

Büyüdük ve 90'ların kendine has havasını unutmaya mı başladık? Sayacağım filmler, seyredeni o yıllara götürür cinsten. Kronolojik olarak:

1) Wayne's World (1992)

Digitürk film özeti gibi olacak ama kısaca, iki hayta evden yaptıkları kablolu televizyon yayınıyla şöhret olur, oysa profesyonel dünya hiç ummadıkları tehlikeler barındırmaktadır (Digi'yi de geçti, bildiğin gazetede günün filmleri bandına döndü :-] ). Wayne ve arkadaşı Garth her halleriyle 70'lerden fırlamış gibiler ama 90'ların televizyon dünyasındalar. Her evde bir uydunun olmadığı yıllar bunlar; oturduğu yere iyice yerleşmiş kapitalizminse medya canavarından sonuna kadar istifade etme arzusuyla yanıp tutuştuğu bir dönem. Her şeye rağmen bu bir komedi. Filmin en iyi sahneleri, kesinlikle arabadaki Bohemian Rhapsody (aşağıda arz-ı endam etmekte) ve "Siz çocuklar burnunuzu sokmasaydınız emelime ulaşacaktım"lı Scooby Doo sonu.



2) Singles (1992)

20'li yaşların ikinci yarısının sefasını süren bir grup gencin hayatı, fonda Pearl Jam, Soundgarden gibi hediyelerle grunge'ın pik yaptığı Seattle eşliğinde veriliyor. Benim de favori yönetmenlerimden olan Cameron Crowe, müzik duygusunu sonuna kadar kullanarak o dönemi bütünüyle yansıtan bir tablo ortaya koyuyor. Yıllar sonra dönüp bakıldığında, erkek romantik komedisi alt-türünün başlangıçlarından sayılabilir. Sonradan Roger Dodger'la belleklerde yer eden Campbell Scott'ın hayran bırakan performansıyla. "I was just nowhere near your neighborhood" repliğiyle hatırlanır.

3) Reality Bites (1994)

Ben Stiller'ın ne kadar iyi bir yönetmen olduğunu gösteren 90'lar güzellemesi. 20'li yaşların başında üniversite sonrası bilinmezliğini anlatan filmde, dönemin revaçtaki konularından olan AIDS endişesi, yine grunge ve post-MTV video klip televizyonculuğu göze çarpıyor. Keşke hep genç kalsaydı denilebilecek Ethan Hawke, bir nevi alıntıların filozofu rolünü üstlenen karakteriyle, 90'ların o her şeye referans verebilen esnek postiş yapısını üzerinde topluyor. Nedense çok popüler olmayan bir filmdir Reality Bites. Ethan Hawke'ın sahneden Winona Ryder'a bakarak Violent Femmes - Add It Up söylediği sahne akılda kalıcı.

- Devam Edecek -

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Kıyıdaki Ben

Gözlerim,

Bakmayı bıraktıysam ölmüşüm demektir.

Kapanınız.


Kıyıya uğrayan karabatağın bir parıltı gibi kayboluşu, denizin üstünde beklenmedik bir ayrılığı işaretlercesine duran gül yaprakları, ufukta bulutların şekilsizliği ve geçtiğim sahil şeridinin sonsuz uzunluğu, ön tamponunu yitiren bir otomobilden arda kalan keder, telefonda birkaç cümle için üşüyen ellerim, susmayan düşünceler, bir şarkının eninci tekrarına hastalıkta ve sağlıkta bağırarak eşlik etmek, 90'lı yılların mutlu bir hatıra olması, içinin burulması, gerçekleşmeyecek hayaller kurmak, örneğin eski bir filmde salon dansları icra etmek, bağrındaki yumruğun kuş olup uçması fakat bir martının bedeninde yeterince anlam kazanamaması, yürümek için benzine ihtiyaç yok, çoğu zaman karşılaştığım kırmızı gömlekli pancar suratlı adam, santa nikola'nın memlekete dönerken alman çikolatası ve nivea krem getirmesi ihtimali, spor ayakkabıyı bu günlere taşıyanları alınlarından öpmek, tuzak misinalar, artık hiç bisiklete binmiyor olmak, belki iki tekeri oldum olası sevmemek, okulu kırıp on kişi gezen liselilerin zekasından şüphe etmek, üniversitede otuz kişi sinemaya gitmek, kaldırım taşlarında dünyanın ritmini sezmek, bir insan ıslanmak dileğiyle dalgalı denize paralel yürür mü, soru işaretlerini çekmeceye kaldırmak, yürüdüğüm yolun gece farklı bir yere dönüşmesi, eskiden takvim okumam, vaktiyle barındırdığım temiz özellikler, terden gözlerimin yanması, o kadar boşvermek ki artık hiçbir şeyi varsaymamak, o güller gerçekten kurudu mu diye düşünmek, hayatta kelimelerin kifayet etmeyeceği ne kadar da çok şey olması, bir metreden kısa olduğum zamanlar, küçük çocukların yalan yanlış anekdotlarla dolu bilgisizlik timsali diyalogları, çocuklara has acımasızlık pratikleri, kendi çocuğunu öyle güzel yetiştirmek ki, belki zengin bir kahvaltı olasılığı, dönüşte çayını hazır bulmak, dönüşte hazır bulunmak, dönünce bulmak, dönmek ve bunların hepsi bir yana, hafızanın kısa ömürlü bağları kopmadan az evveli aklına gelmeye zorlayarak, birkaç saniye öncesine zaman yolculuğu yapman, bu şekilde tüm düşünce haritanı ortaya çıkararak kendini tanımaya bir yerden başlaman, yine de duygularını kendinden bile saklaman, tesadüf fikrine yer bırakmayacak kadar kesin ve kuvvetli bir düzene tabi olarak eşzamanlılık gösteriyordu. Turu tamamlarken ağzım kuruyordu. Duş alıp uyumak istedim. Kendimle baş başa kalmak zihnimi yoruyordu.

23 Temmuz 2009 Perşembe

Uzakları Güzel Hatırla


Kafamı kaldırıp bakınca çok da uzak olmayan bir uzakta denizi görüyorum. Balkon demirine asılı metal masanın dünyada bir eşi daha yok. Üzerine yaslanıp yazmanın da öyle. Senelerdir anlayamadığım, bir mekanı çok sevme duygusunu bu anda, denizi, balkonu, masayı, beni ve edebiyatı şefkatle kucaklayan o ev için hissediyorum. Bunun nedeninin, örgütlenen şartların yazma eylemime destek vermesi olduğunu biliyorum. Ev ve evin dışı, diğerkâm bir çabayla beni, uzaktaki denize bakmakla içimdeki denize dönmek arasındaki hassas dengeyi kurmaya davet ediyor. O balkon iyi anılarım arasında yer ediyor.

Zaten her şey böyle değil mi? Nazik arzularımın köz olup yandığı meçhul bir cumbaya bu yüzden uğramıyorum. Yine bu sebepten, çocuk bedenimde emanet duran tasaları ıskalayan acı fren, bir başka caddeyi benim için tekinsiz yapıyor. Öte yandan, ellerin ellerimin olduğu fabrika yeşili, yosun yeşili sahil de işte bu nedenle, tadını çıkararak tekrar etme isteği uyandırıyor. İyi anılarım dünyayı daha güzel bir gezegen haline getiriyor. Belki de güzel bir dünya anılarımı iyiye yoruyor.

Zamanın geçmesiyle rutin beni içeri girmeye teşvik ederken, doğa yanına çağırıyor. Tabiatla ilişkim her daim mesafeli oldu, pek kulak asmıyorum. Bulunduğum yaşa gelene kadar ceplerime rutin doldurdum, yabancılık çekmiyorum..

***

Sarmaşıklı konağı izleyen genç adamın yüzünde tebessüm vardı. En güzel zamanlarımdan bazıları, diye düşündü, bu konağa ait hatıralarda geçtiler. İçeri girsenize, dedi oradaki kadın, size bir şeyler ikram edeyim. Teşekkür ederim, biraz ilgi alayım, bir konak dolusu da mutluluk lütfen. Üzgünüm ama mutluluk bitmiş, birkaç iyi anıyla tatlandırın isterseniz.

17 Temmuz 2009 Cuma

Bir Yere Varmamak - 4

Genişçe bir salonda saatlerdir bekliyoruz. Uzaktan bakınca birbirinden ayırt etmesi zor insanlara bakıyorum. Onlardan biri miyim karar veremiyorum. Masaların gerisinde memurlar bulunmakta, neyle memur edildikleri ise muamma. Uzun bej pardesülü, bıyıklı bir adam ayaklanıyor. Tenten'den fırlamışa benziyor. Mekan sıcak, pardesü kalın, adam terliyor. Masalar onunla ilgilenmiyor; oradan oraya koşturuyor adamcağız.

Bir Yere Varmamak - 3

Yuvaya yürüyerek dönemeyeceğim her türlü uzaklık beni tedirgin etmiştir. Beynimin binlerce yıllık evrim süreci, çoklarınınki gibi nasır tutmadan ibaret değil belki ama, yine de sıkışınca içimdeki mağara adamına ulaşmakta zorlanmıyorum. İçgüdülerim der ki: yuva sıcak, yuva güvenli, yuva rahat. İhtimal bu yüzden, bakkala gitmek için bile evden ayrılacak olsam, üşürüm, uykum gelir.

Bir Yere Varmamak - 2

O gece, mavinin griye öykünerek gölgeleri boyadığı bir masal ormanındayım. Hemen ilerde bir şelale yavrusu doğduğu nehri göz pınarlarından akıtıyor. Damlalar, dolunaydan gelen ışınlarla birleşerek düşüyor. Onu izliyorum. Şelalenin altında yıkanıyor. Pürüzsüz bir heykel gibi görünüyor.

Bir Yere Varmamak - 1

Sessiz insanların diyarına gökten kapkara şeritler yağıyordu. Bu kadar siyah bantla ne yapabileceklerini düşündüler. Önce çocuklarını odalarına kilitlediler. Ardından hiçbir şey söylemeden şeritleri yerden alıp, gözlerine bağladılar. Beklerken içlerinden bazıları sıkılıp hareketlendi. Diğerleriyle çarpıştılar. Duran gözleri bağlılar kendilerine çarpanların boyunlarını kırdı. Geriye yalnız duranlar kaldı.

Not: "Bir Yere Varmamak" isimli bu seri, bir yere varmayan küçük yazıcıklardan oluşmaktadır. Köşelerinde taslak taslak duracaklarına, hiç olmazsa birleşip kofti de olsa bir seride toplandılar. Bazı cümleler, sonuca ulaşmasalar da bir anlam ifade edebilirler.

14 Temmuz 2009 Salı

Davetsiz Misafirler

Kapı zili gürültüyle çalıyor. Sesi normalden yüksek işitiyorum. Bunun olası sebeplerini sıralıyorum:
1. İnsanlar birbirleriyle gitgide daha az şey paylaştığı için dünya sessiz bir yere dönüşüyor.
2. Çirkinlikleri görmeyi reddettiğim için işitme duyum gelişiyor.
3. İçinde bulunduğum evren daralmaya başladığı için zile fiziksel olarak daha yakınım.
4. Kapıdaki mesele önemli veya acil olduğu için zilin sesiyle uzaktan oynanıyor.
Açmaya giderken hangi olasılığın doğru olduğunu anlamaya çalışıyorum. Kapıda çelişkiler var. Cevabı kestiremiyorum.

Gitmeli mi kalmalı mı ayakkabılarıyla içeri dalıyor, nedenini çözmek güç değil. Bekleyip görmeli mi harekete mi geçmeli tek kişilik koltuğun ucuna ilişiyor. Rahatlık mı hürriyet mi sıcaktan bunalmış, soğuk bir şey içmek için mutfağa gidiyor. İzin istemiyor. "Dolapta maden suyu var, bir tane de bana getirir misin?". Sesleniyorum ama duymuyor, sükuneti bozmamalı mı avaz avaz bağırmalı mı? Etrafıma bakıyorum. Yeni yüzler var. Yanında olmak mı özlemek mi? Sevmeli mi özgür mü bırakmalı? Kimisini tanır gibiyim. Çocukluğum çok mu uzakta büyümek için geç mi kaldım? Geçen yaşgünümde mi tanışmıştık, hatırlayamıyorum. Yalnız ve tavizsiz mi kalabalıklar içinde ve tükenmiş mi, çok yer kaplıyorsun dostum, salonum yeterince geniş değil. Androidler elektrikli koyun düşler mi? Şaka yapıyorum, herkesin yüzü gülüyor.


Bir noktada içeri gidiyorum. Camdan dışarıya baktığıma gördüğüm manzara beni şaşırtmıyor. Belirsiz hayatım birinci kattaki evimi bir yedinci kat gerçekliğine taşıyor, temmuz ayında lapa lapa kar yağıyor. Bir anda kapkara uzun saçlara ve tortusuz bir göğüs kafesine sahip oluveriyorum. Gamsızın önde gidenine dönüştüm derken işin doğrusunu kavrıyorum. Çelişkilerim o denli canlı ve çok ki, kimi zaman hepsi birbirini götürerek bendeki beni huzura kavuşturuyor. Bunu elbette yedinci kattaki ben hissediyor. Diyor ki, "Tercihsizlik seni öldürüyor". Hışımla salona giriyorum, gözüm hiçbir şey görmüyor. Elime geçen ilk çelişkiyi tuttuğum gibi binadan aşağıya fırlatıyorum. O güçle dağ gibi adamı nasıl kaldırdım bilemiyorum. Pencereye yaklaşıyorum. Gülümsemekten kendimi alamıyorum. Tamam mı devam mı havada asılı kalmış bana bakıyor. Ya ne olacaktı? Barbarlığı bırakmam gerekiyor.

Birkaç saat oturduktan sonra kalkıyorlar. Aslında tatlı bir sohbetleri var, kendinden emin olmayanların samimiyetine sahipler, bir yandan da egomu şişiriyorlar. Hepsini yanaklarından öperek uğurluyorum. Çalışmalı mı azıcık daha yatmalı mı henüz çok küçük, ayakkabılarını bağlamasına yardımcı oluyorum. Hepsiyle dönem dönem tekrar görüşeceğiz ama yakın zamanda böyle topluca buluşmayacağımızı tahmin ediyorum. Küs kalmaktansa boş konuşmayı tercih ederim, şikayet etmektense acı çekmeyi tercih edeceğim gibi. Şu eksik halimle mutlu olabiliyorum, düşlerimden vazgeçmediğim gibi. Düşlemek mi gerçekleştirmek mi? Bak bunun cevabını bilmiyorum.