22 Ağustos 2010 Pazar

Uykuya Dalıp Dipten Düş Çıkarmak

Uykusuzluğun da REM evresi vardı. Sırasıyla uykuya direnme, uykusuzluğu açlıkla karıştırma, bezme, durgunlaşma ve sinirlerin laçka olması evrelerinden sonra geliyordu. Bolca göz kırpma içeriyordu.

Gariptir, hayatının bir döneminde herhangi bir sebeple nöbet beklemiş olanlarda bu biyolojik durum yüzeyin çok altında gözlenirdi. Velâkin bastırılmış uykusuzluk (bastırılmış yalnızlıkla bir örnek), fi tarihinde kişinin karşısına dikilerek, her kötüden bir iyi çıkacağı gibi - doğrusu her işin olması gerektiğine varacağı gibi - kişiyi göz altı torbaları denizinden mutlu rüyalar okyanusuna taşıyacaktı.

Uzun yoldan eve dönende, emek isteyen bir işi bitirende, bir daha uyanmayacak olanda bir de gerçekten ihtiyaç duyanda öyle yoğun bir uyku olurdu ki, çok yaklaşsan o bulut diyarında süregidenleri duyabilirdin bile.


Nitekim henüz doğmamış güneşe uyanmak, belki bu döngünün en güzel bombesiydi. Kim bilir oralardaki ruhlar, ilk neyi görmeye bu denli sevinirdi?

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Where's Waldo

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Özgür Adamın Günlüğü

Rutine bağlayan adamın hikayesidir bu:
"Bir gün daha diğeri gibi geçip gidiverdi işte. SON."

Olmaz dedi, bugün bari olmasın. Bu akşam (yine akşam diyor, belli ki işten gelmiş, her şey akşam yapılmak zorunda) gerçek ilhama yaklaşmalıyım, dedi. Evde kalmak istemiyordu, fakat dışarda olmak da değildi istediği. Yeni bir saat de parçalanmış zamanın izini aynı sürüyordu, buradan Hindistan patlak pabuçlarla da pek uzaktı. Bombelen sen de asmigmatlar gibi göz merceği, bir masumiyeti daha az güzel gösteremez ki kusurlu göz bebekleri. Hapiste bir ömür daha geçiremem, dedi, duvarlar değer yargılarıyla örülü -trambolin kar etmez. Korkacağınıza, onu kaybediniz mümkünse, yeğdir. Unutunuz onu, aramayınız, sormayınız, bir haber bir mektup (kaldı mı?) bir fotoğraf bırakmayınız. Diri diri gömünüz onunla ilgili anıları, çünkü o, o değildir bundan kelli. Ben, ben değilim artık, diye düşündü, belki ben hiç o zannettiğim kişi olmadım ki. Refleks olarak mı güldüm hep, o tuzlu gözyaşlarının tadı güzel diye mi ağladım hep, hep sevdiğimi zannetiğim için mi baktım insanların arkasından, ritm duygum iyi diye mi hep yerimde saydım?


Bir dağ var. O masal dağları gibi değil, ilkokul çocuğunun resmi gibi küçük Everest de değil, Rocky 4'teki gibi uzayan, ama ilk bahar zamanı yeşillenmiş dağlar. Koşuyor dağlarda, dikkat et adamım, bedenimde mahsur kaldım deme, aslında nelere gücün olduğunu bir bilsen sevinçten uçarsın bile. Rüya mı görüyorum, dedi. Yüksek çıkıyordu sesi, kontrol edemiyordu, yankılanıyordu dağlarda: "Ne güzel, ne güzel özgür olmak".

Sonra salon bayağı dolu, insanlara doğrusunu söylemek başta zor gibi görünse de, seni yükseltecek şeylerden biri de aşık cesareti:
"Çiçeklerin kokusunu çalmayı bırakalım, hücrelerimizin yapıtaşlarını bir hayvanın kanında aramayı, toprakla alışverişimizde plastiğin ardına saklanmayı terk edelim. Sahte efendilere hizmet etmeyelim, birbirimizi karanlığa itmeyelim. Biraz paylaşmaktan imtina etmeyelim, çok sevmekten vazgeçmeyelim. Dua edelim, akıl edelim, isterse yüz defa tövbesini bozsun, bir başkasına yine merhamet edelim. Gözlerimizi göklere dikelim, merak edelim, gayret gösterelim. O nektarlı bahçede de olsak, kuru bir bataklığa da düşsek, umudumuzu, insanlığımızı kaybetmeyelim. Herkesin hakkını bulduğu gelecek yakındır, uyumayalım.."