14 Temmuz 2009 Salı

Davetsiz Misafirler

Kapı zili gürültüyle çalıyor. Sesi normalden yüksek işitiyorum. Bunun olası sebeplerini sıralıyorum:
1. İnsanlar birbirleriyle gitgide daha az şey paylaştığı için dünya sessiz bir yere dönüşüyor.
2. Çirkinlikleri görmeyi reddettiğim için işitme duyum gelişiyor.
3. İçinde bulunduğum evren daralmaya başladığı için zile fiziksel olarak daha yakınım.
4. Kapıdaki mesele önemli veya acil olduğu için zilin sesiyle uzaktan oynanıyor.
Açmaya giderken hangi olasılığın doğru olduğunu anlamaya çalışıyorum. Kapıda çelişkiler var. Cevabı kestiremiyorum.

Gitmeli mi kalmalı mı ayakkabılarıyla içeri dalıyor, nedenini çözmek güç değil. Bekleyip görmeli mi harekete mi geçmeli tek kişilik koltuğun ucuna ilişiyor. Rahatlık mı hürriyet mi sıcaktan bunalmış, soğuk bir şey içmek için mutfağa gidiyor. İzin istemiyor. "Dolapta maden suyu var, bir tane de bana getirir misin?". Sesleniyorum ama duymuyor, sükuneti bozmamalı mı avaz avaz bağırmalı mı? Etrafıma bakıyorum. Yeni yüzler var. Yanında olmak mı özlemek mi? Sevmeli mi özgür mü bırakmalı? Kimisini tanır gibiyim. Çocukluğum çok mu uzakta büyümek için geç mi kaldım? Geçen yaşgünümde mi tanışmıştık, hatırlayamıyorum. Yalnız ve tavizsiz mi kalabalıklar içinde ve tükenmiş mi, çok yer kaplıyorsun dostum, salonum yeterince geniş değil. Androidler elektrikli koyun düşler mi? Şaka yapıyorum, herkesin yüzü gülüyor.


Bir noktada içeri gidiyorum. Camdan dışarıya baktığıma gördüğüm manzara beni şaşırtmıyor. Belirsiz hayatım birinci kattaki evimi bir yedinci kat gerçekliğine taşıyor, temmuz ayında lapa lapa kar yağıyor. Bir anda kapkara uzun saçlara ve tortusuz bir göğüs kafesine sahip oluveriyorum. Gamsızın önde gidenine dönüştüm derken işin doğrusunu kavrıyorum. Çelişkilerim o denli canlı ve çok ki, kimi zaman hepsi birbirini götürerek bendeki beni huzura kavuşturuyor. Bunu elbette yedinci kattaki ben hissediyor. Diyor ki, "Tercihsizlik seni öldürüyor". Hışımla salona giriyorum, gözüm hiçbir şey görmüyor. Elime geçen ilk çelişkiyi tuttuğum gibi binadan aşağıya fırlatıyorum. O güçle dağ gibi adamı nasıl kaldırdım bilemiyorum. Pencereye yaklaşıyorum. Gülümsemekten kendimi alamıyorum. Tamam mı devam mı havada asılı kalmış bana bakıyor. Ya ne olacaktı? Barbarlığı bırakmam gerekiyor.

Birkaç saat oturduktan sonra kalkıyorlar. Aslında tatlı bir sohbetleri var, kendinden emin olmayanların samimiyetine sahipler, bir yandan da egomu şişiriyorlar. Hepsini yanaklarından öperek uğurluyorum. Çalışmalı mı azıcık daha yatmalı mı henüz çok küçük, ayakkabılarını bağlamasına yardımcı oluyorum. Hepsiyle dönem dönem tekrar görüşeceğiz ama yakın zamanda böyle topluca buluşmayacağımızı tahmin ediyorum. Küs kalmaktansa boş konuşmayı tercih ederim, şikayet etmektense acı çekmeyi tercih edeceğim gibi. Şu eksik halimle mutlu olabiliyorum, düşlerimden vazgeçmediğim gibi. Düşlemek mi gerçekleştirmek mi? Bak bunun cevabını bilmiyorum.

Hiç yorum yok: