21 Ekim 2009 Çarşamba

Zarflara Sakladığım Zamanı Akkor Gezegenlere Yolladım

Mektuplardan söz etmiştim. Açık mavi sayfalara ucuz mavi tükenmez bulaştırsan bile değerliler. Sonra, bir özlemin kokusunu kurutulmuş ve fazlaca parfümlü bitkilerle saklayamazsın. Kalem niye mavi yazıyor, sayfalar niye mavi, ya güller -doğada öyle bir canlı türü yok, zarf, insanlar bile mavi, mavi muammer. Uzatmalı bir korku, yalanı besliyor. Yoksa dört yanımı saran maviler, örneğin gözün arkasındaki loş odada (60lık Phillips ampulün eline bakar) ilgi mi biriktiriyor? Tarih sahnesine vakitsiz veda edenlerin arkada bıraktıkları, yakın mektuplarını. O acı, o burunda tüten, o derinlerdeki yasak, küllerinde kaybolacak; gelecekte bir başkasının güzel çocukluğu zedelenmekten, bir okumayış, bir görmeyiş, bihaber uykuyla uzak duracak. Bazen yarına olan uzaklık, dün değil evvelsi gün unuttuğun saklı sen'e yaklaştırıyor.


Kimileyin kıyamet bile kopar bu dertli diyarda. Burnuma is kokusu geliyor, gökte bulutlar yanmış. Rüzgâr, hep karşıdan esme, senden sebep pencereler uğulduyor. Tahta doğramalarımız yaralı kurt gibi inlerdi, bu penler yaşlı adam gibi homurdanıyor. Sol bileğimden alıştıklarıma kelepçeliyim, sağ elimde hayal gazıyla dolu balonlar. Çocuklara almayınız, maazallah patlar matlar. Evin içinde üç parıltı geziniyor, kulağıma fısıldadıklarıyla içime güven geliyor. Kelepçenin zincirini çekip lastik gibi kopartıyorum. Kapıya yürüyorum, ardına kadar açılıyor; oradan bakınca güçlükle adım atıyorum sanarsın, oysa her ayak vuruşumda yer yarılıyor. Dış dünya dümdüz, zaten öyle olmak zorunda, ancak bu düz gerçekliklerde apartman dairemden çıkıp gökyüzüne tırmanabiliyorum. Tırmanmak mı dedim? Neye gerek, benim parıltılarım var. Uçuyorum. Parlak bir yıldıza doğru, ağırlıksız bir araçla, olması gerektiği gibi ilerliyorum.

Hiç yorum yok: