24 Eylül 2007 Pazartesi

Başlangıç


blogger
ek$i sözlük
twitter
last.fm

İlk romanını yazan hemen her yazar, kendini anlatıyor olmakla itham edilir; kendinden başkalarına dair öyküler yaratamayacağı, o yazar için bir sonraki roman diye bir şeyin söz konusu olmadığı, zira tüm anlatacaklarını ilkinde tükettiği önemle vurgulanır. Sonuçta bazısı ikinci, beşinci, onuncu romanını okuyucuyla buluşturur, çoksatar olur; bazısı ise orada kalır, reklam filmlerine metin yazar, kendi hikayesini kısa film, fotoğraf, şiir gibi mecralarda tekrar tekrar (ve her seferinde tek atımlık barut misali) anlatmaya çalışır. Bazısı kaybolur ortadan, kimisi tası tarağı toplayıp uzaklara gider, kimisi berduş olur, çoğusu erken ölür. Sonraki romanlarını yayınlatan yazarlar, ilkinden çok mu farklı bir şey üretirler? Hayır. Eleştirmenlerin eleştirisi yersizdir. Kendimizden başka anlatacak bir şeyimiz yoktur. Mesele kendini anlatırken ne kadar samimi olduğundadır, zaten bu yüzden bazı yazarlar adeta okuyucunun ruhuna hitap eder; tam olarak "insanın okurken aklına düşen hatıralar" kadar gerçek yazmıştır çünkü. Aksi halde, örnekse 150 yıl önce redingotunu kuşanıp ayaz akşamüstlerinde Kont'un verdiği çay partilerine katılan yazarın suçlu zevkleri; örnekse 400 yıl önce kuru ekmek eşliğinde ev yapımı bira içen herhangi bir Avrupa köylüsünün gizemsiz yaşamı; örnekse 1300 yıl önce bir düş dünyasını andıran Bağdat şehrinin kendisi ve halkı; bir intihar, bir yolculuk, bir başkasının aşkı, bir başkasının rüyaları, tüm insanlığın acılarını bünyesine toplamış bir yürek ya da daha doğmamış bir bebek NASIL OLUR DA gergin, diken üstünde, belki biraz da acele hayatlarımızda sayfalarca, günlerce ilgimize haiz olur? Samimi yazılmamış bir şeyi beğenmek ancak samimi okumamış okuyuculara mahsustur. 21. yüzyılda kendinden vermek, kendinden kaynaklanmak kaçınılmazdır, dürüst olunduğundaysa tadından yenmez. Misali edebiyattan verdik ama sinema da, müzik de, fotoğraf da; hatta uluslar, devletler, şirketler ve temel olarak insanlar da elbette bu tavrı/zorunluluğu paylaşır.

Internet'in evrimi de, işte yukarıda anlattıklarımdan soyutlanamayacak bir biçimde devrime dönüştü. Bilgi paylaşımı, yanına sanal tartışmaları, elektronik dostlukları ve sorumluluk taşımayan yorumu alarak çoğaldı; o kadar ki artık yorumlar bilgi halini aldı, gerçekle sanal üstüste bindi. Kişisel web sayfaları, forumlar, portallar, wikiler, sözlükler, başkalarına nelerden hoşlandığını gösterme/diğerlerinin zevklerini görme sayfaları, sanal topluluklar, arkadaşlık siteleri ve bloglar. Gerçeği sanaldan ayırdedilemeyecek hale getiren sanal alem modaları aslında çözümü de içinde barındırıyor. Kim insanlara daha çok hitap eder, vicdanına seslenir, savunduğunu coşkuyla savunur, diyeceğini içten söylerse onun dediği doğrudur. Gerçek bilgiyi arayanlar, öncelikle gerçekliğinden kuşku duyulmayacak bir davranış göstermeliler. Kısacası şarkıyı tahrif etmek pahasına:
Internet'i samimiyet kurtaracak, bir insanı dinlemekle başlayacak her şey

Blog bunun belki de en güzel yolu olduğu için buradayım. Sözlük platformundan, bunalım denemelerden, sayfalara kusulan çöp duygulardan, çözüm bekleyen öykücüklerden, rutin ya da derin arkadaş sohbetlerinden bağımsız bir ada olacak burası. Yazarken muhtemelen dışarıda gece olacak, yalnız kalacağım, her yalnız kalanın yaptığı gibi fikrimden yalanları ayıklayacağım. Burada olmayan dostlara göz kırpacağım. Yol boyunca ilgi gösterip, yorum yazıp düşüncemin üstüne düşünce koyanlara şimdiden teşekkür ederken, bu kadar koyu olmaya soyunmuş bir başlangıçtan hemen sonra "Youtube: Maymun japona saldırıyo çok komik lan :))" tarzı bir giriş yaparsam hakkımda galiz küfürler içeren görüşler bildirmemenizi önemle rica edeceğim :)

Hadi bakalım..


2 yorum:

ali dedi ki...

eh bekliyoruz, hadi bakalım:)

Morte dedi ki...

buyrun, sıcak sıcak :)